Makaleler

Gerçek Kendilik

Delirme korkusu, herkes için endişe vericidir ancak bazı psikolojik zorlanmalardan mustarip bireyler için bu durum bir hayli karmaşık ve içinden çıkılamaz bir hal alır. Gerçekliği değerlendirme yetisi bozulabilir. Hangi düşünce ve duygularının bu çarptırmaların bir ürünü olarak deneyimlendiğini ayırt etmekte güçlük çekebilir. Hangisinin “gerçek” kendine ait olduğunu ve hangilerinin “sahte” kendiliğin ürünleri olduğunu ayırmakta zorlanır.

The Divided Self

İkisini birbirinden ayırmak her zaman o kadar kolay değildir. Bazı durumlarda sahip olunan rahatsızlık ruhsallığa o denli sızmıştır ki benliğin bir parçası haline gelir. Egoya uyumlu (ego-syntonic) hale gelen bu tipte ki durumlar çoğunlukla kişinin kendisi için değil, çevresindekiler için bir problem haline gelir. Birey, kendinde olandan ötürü rahatsızlık duymaz. Onu, kendine (self) ait olmayan bir unsur olarak değerlendirmez. Ona göre problem kendinde değil, ötekilerdedir.

Diğer yandan, baştan beri bahsettiğimiz süreç daha çok egoya yabancı (ego-dystonic) durumlar için geçerlidir. Kişi, bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındadır. Gözlemleyen egosu iş başında olup, belirli bir iç görüye hala sahiptir. Endişesinin, korkusunun, kuşkusunun, takıntılarının, zorlanmalarının gereğinden fazla olduğunun, tüm bunları yönetmekte güçlük çektiğinin az ya da çok bilincindedir. İşte bu gibi durumlarda “gerçek” ve “sahte” olan birbirine karışabilir. (bunu sahte olarak tanımlamayı tercih ediyorum çünkü bu durum ruhsallıkta gerçeğin, önceden var olanın çarptırılmış/bozulmuş bir hali olarak kendine şekil bulur.) bknz. tdk

Peki, “gerçek” ve “sahte” olanın ayırdına nasıl varılabilir?

Birey, kendine ait olmayan bir şeyden dolayı rahatsızlık duyar. Buna, biyolojik olarak bir denklik bulacaksak enfeksiyon kapmış birini düşünebiliriz. Hasta olduğundan dolayı; ateşi çıkar, halsizleşir, iştahı kesilir ve çeşitli semptomlar yaşar. Özetle, vücudu bu duruma tepki ve dirençle karşılık verir. Benzer olarak kişi, ruhsallığında barındırmaktan rahatsızlık ve yorgunluk duyduğu bir yük ile karşı karşıya olduğunda da buna direnç ve savunmalarla yanıt vermektedir. Tüm bunlardan nasıl kurtulacağını tam olarak bilemese de arınması gerektiğinin farkındadır. Tüm bu deneyimlediklerini bir şekilde daha tolere ve idare edilebilir kılmayı arzular. Belki de her şeyden önce kendinde neler olup bittiğini anlamak ve kavramak ister. Bu bazı taşları yerine oturtmasını ve belirsizliğin giderilmesini sağlayabilir. Kendini tüm unsurlarıyla (çatışan ve zıt kutuplar; haset-şükran, yaşam-ölüm vb.) tanıma gayreti, “gerçek ve sahte” olan arasındakini bir nokta da uzlaştırılabilir kılabilir. Nihayetinde, hepsinin başından beri kendine ait olduğunu, yani kendi ruhsallığının birer ürünü olduklarını ve dolayısıyla kendine özgü yaratımlar olduğu gerçeği ile yüz yüze gelir.

Şekil değiştirmiş olanın özünde neye hizmet ettiği belirginleştikçe, semptomların maskesi de düşecektir.

O zaman, bu yoğun kaygı, panik, korku, kuşku ve takıntıların kişiyi aslında hangi tahammül edilemez ve inkar edilmiş, bastırılmış anılardan, duygulardan uzak tutmak için korumakta olduğu anlaşılacaktır. Birey aslında bilinçdışı olarak, tüm bunları “delirmemek” için yine kendisi üretmiştir. Ancak kendini korumak için o zaman ki şartları (psikolojik dayanıklılık, çevresel faktörler, kendilik değeri vs.) doğrultusunda almış olduğu kararlar şimdi ve burada geçerli değildir. O zaman onu, bir şekilde koruyan savunmalar artık işlevselliklerini yitirmiştir. Bu noktada, kendiliğin yeniden yapılandırılması, inşası tekrar ele alınması gereken bir ihtiyaç olarak karşısına çıkar.

Nihayetinde hayat, bir yıkım ve yeniden inşa döngüsüdür.

Klinik Psikolog Batuhan Bilen

Loading

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Call Now Button